17 Eylül 2016 Cumartesi

Sovyet Değil Buhara, Lenin Değil Osman Hoca

   Ankara Hükümeti savaşmak için silaha ve paraya ihtiyaç duymaktadır ve bu amaç doğrultusunda 26 Nisan 1920'de Sovyet Rusya'ya bir mektup yazmış ve yardım talebinde bulunulmuştur, daha mektuba cevap gelmesini beklemeden ise Rusya'ya bir heyet gönderilmiştir. Buna karşılık Sovyet Rusya'dan 3 yılda yaklaşık olarak toplam 17 milyon altın alınmıştır. Peki herkesin "Sovyet Yardımı" diye bildiği bu yardımın asıl hikayesi ne?
   Geriye doğru giderek anlatacak olursak hikaye Buhara Emirliği'nin son Emir'i Alim Han'ın Bolşevikler tarafından devrildiği ve Buhara Emirliği yerine Buhara Cumhuriyeti'nin kurulduğu döneme dayanıyor yani 1920 yılına.
   Rus Çarlığı yıkılıp yerine Sovyet Rusya kurulunca Kızıl Ordu Buharayı işgal eder ve emirliğin siyasi statüsüne son verir, son emir olan Alim Han da Afganistan'a kaçar ama kaçarken emirliğin hazinesinden hiçbir şey almaz (Bahsi geçen hazine emirin sonradan anlattıklarına göre
32 çuval padişah sikkesi, sayısını kendinin dahi bilmediği zümrüt ve inciler ve 20 bin adet tüfektir).Bu olayı Özbek yazar Nabican Bakiyev "Enver Paşanın Vasiyeti" adlı kitabında şöyle anlatır.

“Emir Alim Han, Buhara’yı terk ettiğinin ikinci günü Sitare-i Mahı (Saray) Ruslar tarafından işgal edilir. 2 Eylül 1920’de Buhara iç şehri tamamen Bolşevikler tarafından ele geçirilerek kontrol altına, Emirin aile fertleriyle, yakınları gözaltına alınmıştır. Bu arada ihtilalcıların bir kısmı Kuşbeği başta olmak üzere, reisi, kadıyı, saray memurlarıyla, Emirin aile fertlerinin öldürülmesini istemektedirler. 2 Eylül 1920’de Kızılordu askerleri tarafından esir alınıp, sorgulanan Kuşbegi Osman Beg verdiği ifade de şunları söyleyecektir.
“Beni hayrete düşüren o ki, Emir Alimhan hazineden bir tek lira (teng) dahi almamış olmasıdır. Bütün hazine, altın ve gümüş paralar, takılar mahzendeki özel yerlerinde duruyordu. Onları saymak mümkün değildi”.


   Yeni kurulan Buhara Cumhuriyeti'nin Cumhurbaşkanı olan Osman Hoca (Kocaoğlu) yanında Dışişleri Bakanı Feyzullah Hoca ile birlikte resmi ziyaret amacıyla Moskova'ya Lenin ile görüşmeye gelir. Bu ziyaretin tarihi Türkiye Heyetinin Rusya'yı ziyaretinden bir hafta sonradır ve bu görüşmede Lenin Türkiye'nin bu isteğini Osman Hoca'ya bildirir, Osman Hoca ise yardımı kendilerinin yapabileceğini söyler ve sorumluluğu üstlenir. Yıllar sonra 1972'de Osman Hoca Türkiye'de  Yakın Tarihimiz Dergisi'ne yaptığı açıklamada olayı şöyle anlatır.

“1920 yılında Buhara Cumhuriyeti kurulduktan sonra, ben ilk cumhurbaşkanı olarak, yanıma başvekilimiz rahmetli Feyzullah Hoca’yı alarak Sovyet Rusya büyükleri ve bu arada Lenin ile temasta bulunmak üzere Moskova’ya gitmiştim. Bizden bir müddet önce, temmuz ortalarında Türkiye’den de milli hareketi temsil eden ilk heyetin Bekir Sami Bey’in başkanlığında Moskova’ya gelerek Lenin, Çiçerin ve Karahan ile, bilhassa yardım temini konusunda müzakerelerde bulundukları anlaşılıyordu.
Nitekim, Kremlin Sarayı’nda kendisi ile görüştüğümüz gün Lenin, önem verdiğini hissettirdiği “Türkiye”den söz açarak, bana
“- Ankara’dan bir Türk heyeti geldi. Vaziyetlerini anlatarak acele yardım istedi. Bu hususta sizin fikriniz nedir? “ dedi.
Hiç tereddüt etmeden kendisine:
“- Elbette yardım etmek gerek… ve vakit geçirmeden yapılmalıdır.” deyişim üzerine bu işte zaten kararlı olduklarını, fakat bazı zorluklarla karşılaştıklarını belirten bir ifade ile,
“-Yardım meselesi için bizi düşündüren iki zorluk var.” dedi ve devam etti.
”- Birincisi Türklerin istedikleri altın para bizde pek azdır.” deyince sözünü kestim.
“- Bizde altın para vardır! dedim. Verebiliriz de…”
Lenin memnun olduğunu belirten bir baş eğişiyle devam etti.
“- İkincisi, yol meselesidir. Çünkü Türklere yalnız para değil, her türlü harp malzemesi de vermemiz gerekiyor. Bunları emniyetle Ankara’ya ulaştıracak yol lâzım! Halbuki Kafkaslar’daki durum dolayısıyle yollar kapalıdır. Ne zaman açılabileceği malum değildir.”
Biz, bu hususta ayni kanaat ve fikirde olduğumuzu söyleyerek ilave ettim:
“- Kafkaslar’da kurulan cumhuriyetlerle anlaşmak mümkündür. Bu bölgede Müslümanlar çoğunluktadır. Gürcüler de menfaatleri icabı Müslümanlara yakındır. Ermeniler de keza… Çalışılırsa müşterek bir yol bulmak imkanı vardır.“ dedim.
Ayrıca paranın miktarını tespit etmek icap ediyordu. Bunu mütehassıslar tespit etsinler dedik ve bizim -aynı zamanda Hariciye Nazırı olan- Başvekil Feyzullah Hoca ile Rus mütehassıslardan mürekkep bir heyete havale ettik. Bu heyet uzun müzakereler sonunda yardım miktarını en az yüz milyon altın ruble olarak tesbit etti. Tekrar Lenin’le buluştuk. Lenin bu sefer yaptığımız konuşmada sözü tekrar para konusuna getirerek ne kadar verebileceğimizi sordu.
“- Yüz milyon ruble…” dedim.
Lenin tekrar etti:
“-Yüz milyon mu?”
“-Evet… Derhal verebiliriz!”
Çarlık zamanından kalma altın rublelerimiz çoktu. Buhara hazinesindeki bu paraya Ruslar el sürmezler, dokunmazlardı. Buhara bir Çar emâreti olduğu halde, idari ve mali işlerde müstakildi. Bu sebeple bizde altın belegan mâbelâg (haddinden fazla) çoktu.” 

   Osman Hocanın bizzat yaptığı açıklamaya bakacak olursak Buhara Cumhuriyeti tarafından Türkiye'ye yapılan yardım yüz milyon rubledir ama Türkiye'nin eline ulaşan para ise sadece 17 milyon rubledir. Yani Sovyetler Birliği bu yardımı kendisi yapmadığı gibi Türkiye'ye kendi soydaşları tarafından yapılan yardımın da yaklaşık seksen milyon rublelik kısmını gasp etmiştir. Şuna da belirtmek gerekir ki o altınlar Buhara Emirliğine ondan öncede Buhara Hanlığına ait altınlardı. Bu silsile devam ettirildiğinde görülmektedir ki o altınlar Emir Timur'un hazinesidir.
   Ayrıca Milli Mücadele devam ederken Buhara Cumhuriyetinden bir heyet Ankara'ya gelir ve Timur'a ait üç kılıç ve bir Kuran-ı Kerim'i Mustafa Kemal'e hediye ederler.Bu kılıçlardan birisi Gazi Paşa'nın diğeri Batı Cephesi Komutanı İsmet İnönü'nündür. Üçüncü kılıcın ise herhalde Osmanlı'nın bile yıllarca alamadığı İzmir'i Timur'un altı saatte fethetmesinden olacak İzmir'i kurtaran komutana verilmesini istemişlerdir ve bu kılıçta 9 Eylül sabahı İzmir'e girip Hükümet Konağına Türk bayrağını asan Yüzbaşı Şerafettin Bey'e verilmiştir. 
   
     YİNE İNÖNÜ YİNE UTANÇ

Buhara Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Osman Hoca ülkesi Sovyet işgaline uğrayınca 1923 yılında Türkiye’ye sığınır. Atatürk, Osman Hoca’yı sıcak bir ilgi ile kabul eder. Türk vatandaşlığına geçen Osman Hoca'ya Kocaoğlu soyadı verilir ve milletvekili maaşı bağlanır. Bu maaş Osman Hoca’nın vefatından sonra kesilmez, eşi ölünceye kadar ödenmeye devam eder. Atatürk döneminde, Sovyet Rusya Osman Hoca’nın sınır dışı edilmesi için sürekli baskıda bulunsa da Atatürk buna direnir. Atatürk’ün ölümünden sonra, Cumhurbaşkanı olan İsmet İnönü bu baskılara dayanamaz ve 1939 yılında Osman Hoca’dan 24 saat içerisinde Türkiye’yi terk etmesi istenir. Milli Mücadele’ye yardım etmek üzere, 100 milyon rublelik altını Türkiye’ye nakletmek için seferber olan Buhara Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Osman Hoca 1923’ten beri vatandaşı olduğu Türkiye Cumhuriyeti’ni terk etmek zorunda kalır. Ancak, İkinci Dünya Savasından sonra, 1946’da Türkiye’ye geri dönebilir. 1968’de vefat eden Osman Hoca, Üsküdar Sultantepe’deki Özbekler Tekkesi’ne defnedilir.





                                             OSMAN HOCA (KOCAOĞLU)
                                      "Ruhu şad mekanı cennet olsun."





12 Haziran 2016 Pazar

Türk Tarihine Bakış

     Çoğumuzda hakim olan bir görüştür Türklerin tarih sahnesinde 16 büyük devlet kurduğu ve tarihin hiç bir aşamasında devletsiz ve başsız kalmadığı. Bu görüş Atsız Hocaya göre ilk bakışta Türk Milleti için bir övünç kaynağı olsa da aslında bir başarısızlıktır. Bu yüzden Atsız Hoca bu görüşü kabul etmez ve der ki aslında Türklerin kurduğu iki devlet vardır. Bu devletler Doğu Türkeli ve Türkiye'de kurulan devletlerdir. Türkler ilk devletlerini Saklar tarafından Orta Asya'da kurmuşlardır daha sonra Orta Asya'da yani anavatan topraklarında kurulan diğer devletler yani Göktürk Hakanlığı, Asya Hun İmparatorluğu gibi devletler bir devlet değil hanedandır. Yani Atsız Hoca der ki aslında devlet tektir Sakalar devleti kurmuştur daha sonra yönetimi Siyenpi hanedanı devralmıştır Siyenpilerden sonra Apar hanedanı yönetime gelmiştir, biz bunlara ayrı devletler olarak bakamayız çünkü bu hanedanların hükmettiği sınırlar, halklar, diller, dinler aynıdır. Aynı şekilde Türkiye toprakları üzerinde kurulan devlette Selçuklu Hanedanının kurduğu Selçuklu Devletidir. Bundan sonra yönetime gelen İlhanlılar, Beylikler ve Osmanlılar sadece hanedandır ve bunları ayrı birer devlet olarak göremeyiz.
     Bu görüş alışık olmadığımız ve daha önce belkide hiç bir yerde duymadığımız bir tez olduğu için kabul görmesi elbette kolay olmayacaktır. Zaten Atsız Hocada bu görüşün tarihçiler tarafından tartışılmasını ister. Hocaya göre zaten bu görüş işin ehli tarihçiler tarafından tartışılınca kabul görecektir. Bu görüşün Türk Milletine bir diğer yararı ise tarih öğrenmenin dahada sistemli bir hale gelmesidir. Başta da belirttiğimiz gibi 16 devlet kurduğumuz tezi bizim için zararlı bir tezdir çünkü 16 devlet kurmak demek kurduğumuz hiç bir devleti yaşatacak yeteneğe sahip olmadığımız anlamına gelmektedir.
     Tek devlet kurup sadece hanedanların değiştiği tezi zaten neredeyse tüm Avrupa devletlerinin kabul ettiği bir tezidir. Bilindiği gibi tek bir İngiliz devleti vardır ve tarih boyunca sadece İngiltere'yi yöneten aileler değişmiştir. Atsız Hoca bu konuda da İngiltere'de yaşanan meşhur Güller Savaşı'nı örnek gösterir. Herkesinde bildiği üzere İngiltere'ye Lancaster hanedanı hükmetmekteydi ve 1455'te 6.Henry'nin hükümdarlığını kabul etmeyen York Hanedanı bu duruma itiraz etti ve bu itiraz neticesinde York ve Lancestar hanedanları arasında 30 yıl süren kanlı bir savaş yaşandı ve savaş sonucunda İngiltere yönetimi Lancaster hanedanından York hanedanına geçti ama devletin ismi değişmedi veya İngiltere yıkılıp yerine yeni bir devlet kurulmadı görüldüğü üzere devlet devam etti sadece hanedan değişti. İşte Avrupa'da böyle iken bizim kendi tarihimizdeki her hanedan değişikliğini ayrı bir devlet olarak göstermemiz milli çıkarlarımızla taban tabana zıt düşer çünkü bu görüş bizim yeteneksiz bir millet olup kurduğumuz hiç bir devleti yaşatamadığımız sonucuna götürür bizleri.
     Atsız Hocaya göre bu 16 devlet masalı da ilk olarak 1969'da TRT'nin hazırladığı Türk Devletleri takvimi ile ortaya atılmıştır ve bu takvime göre halen daha kabul gören 16 devlet ve bu devletlere ait olduğu iddia edilen bayraklar tamamen safsatadan ibarettir.
     Atsız Hoca bu konunun böylece bilinmesini ve ilk öğretimden üniversiteye kadar bu şekilde öğretilmesini ister. Tarihini böyle öğrenen Türk gençlerinin daha bilinçli olacağına inanır ve Milli Eğitim Bakanlığının görevinin her yere okul açmak değil bu okullarda kaliteli eğitim vermek olduğunu hatırlatır. Makalesini ise şu sözlerle bitirir "Nahiyelerde lise, her şehirde yüksek okul açmakla Türkiye kalkınmaz. Kalkınmanın kuvveti önce yürekte doğar. Yürekteki kuvvet millî ülküye bağlılıkla sağlanır. Millî ülküye bağlılık için yurt ve tarih sevgisinin gönüllerde yaşaması lâzımdır. Millî futbol takımlarının listesini ezbere bilip de millî kahramanlardan haberi olmayan nesiller üniversitede, bugün görüldüğü gibi Türk bayrağını indirip yerine kırmızı bez parçasını asan şuursuz serseriler haline gelir."


* Türk Tarihinde Meseleler / Türk Tarihine Bakışımız Nasıl Olmalıdır
* Türk Tarihinde Meseleler / 16 Devlet Masalı ve Uydurma Bayraklar

21 Nisan 2016 Perşembe

ATSIZ OKUMAK


Bu aralar yine ve yeniden bir Hüseyin Nihal Atsız okuma aşkı sardı dört bir tarafımı. Evet malesef hala okumadığım kitapları,makaleleri mevcut. Hep söylerim babamdan dinlediğim ilk hikaye öyle sıradan çocuk masalları değil Kür Şad destanıdır diye. Dolayısıyla benim durumumda ki kişilerin Nihal Atsız ile tanışması çok uzun sürmüyor ve istisnalar çok az olmakla birlikte herkes Atsız okumaya "Bozkurtların Ölümü" ile başlıyor sonra diger dört roman çorap söküğü gibi geliyor. İşte sıkıntı da burada başlıyor genelde,Atsız'ın romanları bitince sıra makalelere geliyor,makalelerde deyim yerindeyse buram buram ideoloji koktuğu için genelde romanlar bitince Atsız okuma eylemi tamamlanıyor. İtiraf edeyim bende  romanlar bittiğinde bu gaflete düşenlerdendim ama şansım varmış ki bu ölü toprağını üzerimden çabucak atıp "Çanakkale'ye Yürüyüş" makalesiyle Atsız'ın engin fikir dünyasına giriş yaptım. Okuyanlar bilir Atsız öyle sıradan bir yazar değildir. Tabir yerindeyse migren ağrısı nasıl birden tutarsa işte aynı onun gibi birden Atsız okuma isteği sarar bedeninizi ve kendinizi en yakın kütüphane veya kitapçıya zor atarsınız. Işte bende bu istek bir hafta önce başladı ve hemen üniversitenin kütüphanesine gidip "Türk Ülküsü" kitabını aldım. Öyle geliyor ki bu Atsız okuma isteği bir ay kadar sürecek:)
Her zaman dediğim gibi ATSIZ OKUMAK BİR KÜLTÜRDÜR.

3 Eylül 2015 Perşembe

Hatice'den Gece Mimi

Evet gecenin bu saatinde (ki Büşra'ya göre daha öğlen :D ) yazmamın nedeni Hatice 'nin beni mimlemesi.Bu yazıyı Ali Kınık eşliğinde yazdığımı belirterek hemen soruları cevaplamaya geçiyorum. Hadi bakalım.

Siz hiç gerçek aşk nedir bildiniz mi?

Şimdi bu soruya "evet " desem whatsapp grubundan "ooo Burak hayırdır?" tepkisi geleceği için şimdilik bu sorunun cevabı hayır :D

Siz hiç acı çektiniz mi?

Tabiki.Sonuçta insanın acı çekmeye de ihtiyacı var demi bir şeyleri anlaması için.(Bunlar hep Ali Kınık etkisi)

Siz hiç insanların taa gözlerinin içine baktınız mı?

Bakamıyorum gözüm kayık benim.Taa gözlerinin içine bakınca karşı taraf fark ediyor bunu ve konu hemen sapıyor, bambaşka bir yere geliyor.Yani rahatsız olduğumdan değil yanlış anlaşılmasın sırf konu dağılmasın diye bakmıyorum. :D :D

Siz hiç salıncakta sallanıp bulutları yakalamaya çalıştınız mı?

O dediğini yaparken salıncaktan düşüp kaşımı yarmışlığım var bu konuya hiç girmeyelim istersen.

Siz hiç ayağınız takılıp düştüğünüzde kendinize bayılana kadar güldünüz mü?

Takılıp düşmek değilde buz pateni yaparken İhsan'a "Sen anca kenarlarda kay, bak ben şimdi nereye gidicem diyip pistin ortasına ayağımı atar atmaz düşüp kendimle birlikte bir adet amca ve onun karısı olmak üzere iki kişiyi haşat etmişliğim ve kadının kolunu çıkarmışlığım var(O da yaşlı başlı kadın ne arıyor buz pateninde demi) Tabi ben bu sırada kahkahalarla yerde debelenirken kadının durumundan habersizdim bunu belirteyim.

Siz hiç parmak yarışı yaptınız mı?

Genlede kazandığım bir oyundur.

Siz hiç kafanızı su dolu bir kovaya koyup nefesinizi ne kadar tutabileceğinize baktınız mı?

Hayır genelde elimle burnumu tıkayarak denerdim ben onu o kadar teferruata girmedim yani hiç.

Siz hiç ruh çağırdınız mı?

Hayır, ama biri gelip yapalım dese yani gazı verse denemeye çalışırım :D

Siz hiç altın günü yaptınız mı?

Hayır ama günlerden takribi yarım saat, bir saat önce elime ekmek arası tutuşturulup kapı dışarı edilmişliğim çok var yani.

Siz hiç pamuk şeker yerken elinize gözünüze bulaştırdınız mı?

Elime yüzüme bulaştırmadan yediğimi hatırlamıyorum.

Siz hiç bir gece uyanıp sevdiğinizin (kim olursa olsun) nefesini dinlediniz mi?

Öyle takıntıları olan bir insan değilim.

Siz hiç saatlerce köpük banyosu yaptınız mı?

O köpükleri bir arada tutabilecek bir küvetimiz bile yoktu. fakirdik biz. hahahaha

Siz hiç çimlerin üzerinde çıplak ayak yürümenin keyfini yaşadınız mı?

Evet

Siz hiç yağmur altında çılgınlar gibi koştunuz mu?

Koşmuşluğum değilde çılgınlar gibi kaçmışlığım kaçarken de ıslanmışlığım var.

Siz hiç bir günü hayıflanmadan geçirebildiniz mi?

Hayıflanmak kelimesin anlamına her seferinde sözlükten bakarım :D O duyguyu hiç bilmem anlatabidim mi?
Siz hiç sesiniz kötü bile olsa bile bir şarkıyı bağıra bağıra söylediniz mi?

Evet. Hem de çok. O durumda yakalanıp rezil olmuşluğum da çoktur yani.


Siz hiç kendi takımınızı yense bile karşı takımı alay etmeden medenice tebrik ettiniz mi? 

Hatice'nin dediği gibi bunu yapabilmem için karşıdakinin seviyesi çok önemli.

Siz hiç yardımlaştınız mı?

Tam YGS denen illetten kurtuldum derken whatsapp üzerinden Hatice'nin matematik sorularını çözmek yardımlaşmadan sayılıyor mu ? Sayılıyorsa evet. :D :D :D

Siz hiç saatlerce beklemenize rağmen acelesi olduğu her halinden belli olan birine yerinizi verdiniz mi? 
En fazla kasa kuyruğunda yerimi veririm kimse daha fazlasını beklemesin benden :D

Siz hiç cep telefonunuzu evde bırakıp dışarı çıktınız mı?

Evet ve her seferinde annemden "Biz zaten o telefonu sana evde bırak diye aldık demi" tiribini yerim.

Siz hiç etraf ne der diye düşünmeden bir kez olsun rahat hareket ettiniz mi?

Elalem ne der diye düşünmedim hiç. Hep içimden geleni yaptım.

Siz hiç gönlünüzce yaşayabildiniz mi?

Daha o seviyeye erişemedim diyelim.
Eee bende yazdığıma göre sıra Büşra 'da ( Zoretanin günlüklerine ara ver azıcık bizimle ilgilen Büşra :D :D )
Ali Kınık eşiliğinde demiştim o zaman bu yazıda bana eşlik eden şarkı da şurada dursun.

28 Haziran 2015 Pazar

DIŞ TÜRKLER( dışımızda bırakılan Türkler ) -1-

Aslında dış Türkler demek ne kadar doğru tartışılır ama bu medyada ve olağan günlük dilde böyle kullanıldığı için böyle yazma gereği duydum. Evet anladığınız üzere konumuz Türkiye dışında yaşayan Türk toplulukları. Bizim dışımızda ki 6 Türk cumhuriyetinden bahsetmeyeceğim çünkü onlardan geçen ki (geçen dediğime bakmayın baya oldu) yazımda dolaylı da olsa bahsetmiştim.
yazının konusu daha çok diğer devletlerin sınırları içinde kalan topluluklarımız üzerine. Bunlardan en önemlisi ve belkide en büyüğü ata yurdumuzda bulunan  (Çin Halk Cumhuriyeti sınırları içerisinde kalan demeyeceğim çünkü Çin burayı 1949 da işgal etti) Çin işgalindeki 
DOĞU TÜRKİSTAN

Doğu Türkistan 1949 'a kadar bağımsız bir devletti ve 40 bin kişilik bir orduya sahip kendi bayrağı,kendi dili,kendi parası,kendi devlet marşı olan bir devletti ama Çin burayı dediğim gibi işgal etti ve ne yazık ki ne uluslararası dünya ne de zamanın Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti buna ses çıkardı. Zaten diğer Türk cumhuriyetleri o zaman yoktu. Coğrafi alan olarak da az falan değil Türkiye'nin iki katı büyüklükte topraklara sahip. Başkenti Urumçi'dir ve halkı Uygur Türkleridir.
Öz yurtlarında Türklere zulmediliyor şuan Çin hükümeti tarafından. 18 yaşından küçüklerin ,kadınların,devlet memurlarının(ki sayısı bir elin parmaklarını geçmez) ve memurların birinci dereceden yakınlarının camilere girmesi yasak. oruç tutmak , baş örtüsü takmak , sakal uzatmak yasak.Böyle ilk bakışta Çinlilerin dertleri İslamla ve Müslümanlarla gibi duruyor ama işin alı öyle değil çünkü Çinli Müslümanlar yani dunganlara karşı yapılan tek bir kötü muamele yok ve dinlerini özgürce yaşayabiliyorlar. Velhasılıkelam adamların derdi Müslümanlarla değil Türklerle. Ölmek Uygur Türkleri için nefes almak gibi uyumak gibi her gün yapılan bir şey haline gelmiş durumda ne yazık ki,şunu da belirtmeden geçemeyeceğim eğer herhangi bir sebepten ölüm cezasına çarptırılırlar ise kurşuna diziliyorlar ve o kurşunun parası aileden tahsil ediliyor. Yani kapılarını çalıyorlar biz senin babanı.kızını.oğlunu,karını vs. az önce 5 kurşunla öldürdük o kurşunların parasını ver diyorlar. Sokak ortasında oynayan bir çocuk dövülerek öldürülebilir mesela ve kimse ses çıkarmaz ve o katil elini kolunu sallayarak çekip gidebilir. Türkiye sahiplenmiyor Uygur Türklerini sınırlarımızdan milyonlarca Suriyeli sorgusuz sualsiz geçerken(onlar alınmasın demiyorum) bu insanlara pasaport soruluyor, daha geçenlerde 150 kadar Uygur Türkü Sabiha gökçen hava alanına gelmiş ama içeri alınmamıştı 10 gün bekletilmişti hava alanında ve bekletmek dediğim öyle hava alanı otelinde falan değil tuvalet önüne bir perde çekilmişti ve orada günlerce taş zeminin üzerinde bekletilmişti. Afedersiniz ama hayvana bile reva görülmeyecek bir vaziyette günlerce orada soydaşlarımıza muamele edildi. En sonunda Meral Akşener meclis başkanıyla ve dış işleri bakanıyla görüşüp yoğun çaba harcayınca alındılar ülkeye.Zulum sadece Çin sınırları içerisinde yapılmıyor yani. Mesela şuan 250 ye yakın Uygur Türkü Tayland'ta bekletiliyor ve Çin bunları geri istiyor eğer Türkiye veya uluslararası dünya devreye girmezse Çin'e iade edilip idam edilecekler. Hadi bunlardan habersiziz diyelim en basit şekilde internete Doğu Türkistan ve işkence kelimelerini yan yana yazdığınızda karşınıza binlerce video çıkacaktır.Bu başlık altında Rabia Kadir'den bahsetmemek olmaz tabi ki.

Rabia Kadir ilk kocasından ayrıldıktan sonra, 27 yaşında 6 çocuk annesi olmasına rağmen tekstil sektöründe bir şirket kurmuş ve bu iş ile o kadar başarılı olmuştur ki sonunda Urumçi'de iki mağaza sahibi olmuştur.1978 yılında, Sıdık Hacı Rozi ile evlenmiş, birlikte 3 çocukları olmuş, 2 çocuk da evlatlık edinmişlerdir.Sonra Sincan Ticaret Odası'nın başkanı seçilmiş ve 1992 yılında Millî Halk Kongresi'nin üyesi olmuştur. Kısa süre sonra da kadın haklarının savunucusu olarak Çin Hükümetinin delegasyonuna alınmış ve 1995 yılında BM'nin Pekin'de gerçekleştirdiği Dünya Kadınlar Konferansına katılmıştır.Rabia Kadir, Çin Halk Kongresi'nde 1997 yılında yaptığı bir konuşmada Çin Hükümetinin Sincan politikasını çok sert eleştirmiş ve bu yüzden kısa süre sonra Halk Kongresinden çıkarılmıştır. Rabia Kadir aynı yılda (1997) kadın haklarını ve kadınların meslek dünyasındaki imkânlarını genişletmek için mücadele amacı ile Bin-Analar-Harekâtını başlatmıştır.1999 yılında Rabia Kadir Hükümet sırlarını kamuoyuna taşımakla suçlanmış ve 8 yıl hapis cezasına çarptırılmıştır. 2005 yılının Mart ayında, uluslararası baskı sonucu hapishaneden erken bırakılmıştır. Hürriyetine kavuşan Rabia Hanım eşinin de yaptığı gibi ABD'ye iltica etmiş ve bugüne kadar orada yaşamaktadır. Çocuklarının beşi hâlâ Çin'de tutulmakta ve gizli servis tarafından izlenmektedir.2006'nın Kasım ayında Münih'te yeni kurulanDünya Uygur Kurultay'nın başkanı ilan edilmiştir.
Kitabi olarak hayatı bu şekilde ama detayına inmekte fayda var. Mesela Rabia Ana'nın 2 oğluna işkencelerle "suçlu annemizdir o böyle yapmasa Uygur halkı huzur içinde yaşayacak" dedirtmelerine rağmen  Rabia Kadir davasından vazgeçmemiştir. Türkiye'ye girmesi yasaktır. Evet malesef Uygur Türklerinin annesinin Türk Devletine girmesi yasaktır.Aman Çinle aramız bozulmasın denmektedir. 2012 de Milliyetçi Hareket Partisi 10. olağan kurultayına Güney Azerbaycan Türklerinin lideri Çağrı Çöhreganlı ile birlikte davet edilmiş ama ülkemize alınmadan hava alanında geri dönmek zorunda kalmıştır.Hürriyet gazetesine verdiği bir röportajda 
"Siz Türk'üz diyorsunuz ve bunu söylerken gurur duyuyor, kültürünüzü, tarihinizi savunuyorsunuz  nasıl olur da soydaşınız olan Türkler sizi kabul etmiyor, Türkiye'ye giremiyorsunuz, toplantı yapamıyorsunuz dediklerinde cevap vermeye çalışırken gözlerim doluyor, boğazım kuruyor , cevap veremiyor ve ağlamaya başlıyorum" demiştir bu ayıpta bize yeter herhalde.
Yazımı Doğu Türkistan'da yaşananları anlatan bir rap şarkısıyla bitireyim bir farklılık olsun.

21 Ağustos 2014 Perşembe

En Büyük Hayal

Bu yazı baya uzun olacak 7 ülke kadarcık bir şey:D
Her halde bu istek tam emin olmamakla beraber 5.sınıfta oluştu.Peki ne bu istek:Tüm TÜRK Cumhuriyetlerini gezmek hemde en ince detayına kadar.Tabi bu hayalin kökleri 5. sınıfa kadar uzanınca insan ister istemez planlarda yapıyor nede olsa 8 yıllık hayal.:D Biraz plandan bahsedeyim o zaman size

 ilk durak NAHÇIVAN 

Peki neden Nahçıvan: Benim merhum Atatürk ve Alparslan Türkeş'ten sonra saygı duyduğum devlet adamı olan Azerbaycan'ın 2. Cumhurbaşkanı Ebulfez Elçibey Nahçıvan doğumludur.Bu yüzden ben gezime buradan başlamak istiyorum onun doğduğu topraklardan.
                                                            ELÇİBEY ve  TÜRKEŞ 

AZERBAYCAN   

Nahçıvan'dan sonra ister uçakla isterseniz de karayoluyla Bakü'ye geçebilirsiniz herhalde ben karayolunu tercih ederim.Bakü'ye indiğimde yapacağım ilk iş Fahri Hıyaban'a (Fahri mezarlık) gitmek. Bu mezarlığın özelliği sadece devlet büyüklerinin ve sanatçıların defnedilebilmesi ve her devlet adamının mezarı başında o kişinin bir heykelinin bulunması bir nevi mezarlık müzesi gibi bir şey.Benim burayı ziyaretimde ki amaç ise tahmin ettiğiniz üzere Elçibey'in mezarının burada olması.




                  mezarlık girişi                                                              Elçibey'in mezarı


Mezarlık ziyareti bitince ilk iş Televizyon Kulesinde bir yemek yemek.
Kulenin boyu 310 metredir ve Eyfel Kulesinden uzundur. Ankara'daki Atakule'yi anımsatır. Ortadaki küre kısım restauranttır ve 360 derece dönebilme özelliği vardır. 1 saat 10 dakikada 1 tur döner yani siz yemeğinizi yiyene kadar şehrin tamamını görürsünüz.


Bu arada Bakü üç bölgeye ayrılır; Eski şehir, Sovyetler zamanında yapılmış halkın değimiyle Sovyet şehir ve Modern Şehir.Yemeği yediğimize göre gezilecek yerler:



Kız kulesi (Qız qalası):Rivayete göre eski zamanlarda bu yörelere hakim bir şah öz kızına aşık oluyor ve evlenmeyi düşünüyor. Zavallı kız babasını bu evlilikten vazgeçirmeye çalışıyor ve babasından kendisi için bir kulenin yapılmasını ve kule tamamlanıncaya kadar düğünü ertelemesini talep ediyor. Bu sırada kız gönlünü yakışıklı bir delikanlıya kaptırmış. Delikanlı kızın bu durumda olduğunu öğrenince kendisini kurtarmaya koyulmuştur. Prenses delikanlıyı yapılan kulenin üzerinde beklerken mutluluğuna ulaşmak üzereydi… Fakat, prensese ulaşmaya çalışan delikanlıyı dalgalı deniz kara sularına gömer. Delikanlının boğulduğunu gören kız kendisini denizin derin sularına atar ve sevgilisiyle birleşir...







HALI MÜZESİ








ŞİRVANŞAHLAR SARAYI




HAYDAR ALİYEV MERKEZİ







Gibi gibi her şeyi yazamam baya uzun bir şey olur. Ama Bakü Körfezinde akşam yemeği yemeden Bakü'den 
ayrılmayı düşünmüyorum. Azerbaycan'dan ayrılmadan önce Gobustan milli parkına, Gence Şirvan ve Şeki şehirlerine uğramayı ihmal etmeyeceğim.Haaa unutmadan oralara gidilirde Naftalan'a gidilmez mi?(Naftalan bir sağlık merkezi veözelliğide zift banyoları)


             


        GOBUSTAN MİLLİ PARKI









NAFTALAN SAĞLIK MERKEZİ







Azebaycan için not:para birimi manattır ve 1 manat 2,60 tl dir. Paraları bizden değerli olsada Azerbaycan oldukça ucuzdur şehir içi otobüsler 0,40 manat yani yaklaşık 80 kuruştur mesela.

TÜRKMENİSTAN  

Azerbaycan turu bitince Hazar Denizi üzerinden Türkmenistan'a geçilecek.Türkmenistan özgürlüğünü 1991 de kazandığı için(yani daha çok yeni)halk özgürlüğü ve cumhuriyeti benimsesin diye her yerde özgürlük anıtları ve kurucu liderin heykelleri var.Bu yüzden gezilecek alanların çoğu özgürlük anıtları.Bunun yanında Türkmenistan tabi ki bir Azerbaycan değil yani o kadar gelişmiş değil.Gidilecek ilk yer Türkmenbaşı Sarayı burası Türkmenistan'ın Cumhurbaşkanlığı köşkü ama burası koskoca Cumhurbaşkanlığı köşkü olmasına rağmen belli kısımlara Cumhurbaşkanlığı özel rehberiyle girebiliyorsunuz.(sarayın adı neden Türkmenbaşı peki çünkü ilk Cumhurbaşkanının soy adı "Saparmurat Türkmenbaşı")                                                                                              




                                                                              TÜRKMENBAŞI SARAYI                                        






Gidilecek diğer bir sarayda                                     

                                                                                          


RUHİYET SARAYI








Sonra gezilecek iki tane antik kent kalıntısı var bunlardan ilki Nisa. Nisa eskiden Pers krallarının ikamet ettiği ve şuanda türbelerinin bulunduğu yer.





NİSA







Diğer kent ise 






GONUR TEPE








Ve gidilmesi gereken en öneli yer belkide burası CEHENNEM KAPISI hikaye şöyle Sovyetler zamanında uzmanlar doğal gaz ararken çapı 70 metre olan bir kuyu bulurlar ve buradan metan gazı çıktığını fark ederler.Metan gazı çevreye zarar vermesin diye kuyuyu ateşe verirler(Bu neyin kafası diye bilirsiniz :D) ve o günden sonra o çukur hiç sönmeden yanmış..



CEHENNEM KAPISI




Ve son nokta  


                                                                                


REPETEK DOĞAL PARKI(Beyaz kum çölü burası)






ÖZBEKİSTAN


Özbekistan tüm Türk Cumhuriyetleri arasında belkide en önemlisi neden mi? Çok basit. Hani hep deriz ya Türklerin ana yurdu diye.İşte orası Özbekistan.Şöyle söyleyeyim Türklere tarih kitapları UZLAR derler.Özbekistan'ın da normalde adı UZBEKİSTAN ama söylene söylene değişmiş ÖZBEKİSTAN olmuş.Neyse bu kadar bilgi yeter :D şimdi haritaya bakarsanız Türkmenistan gezimizi bilerek ben Özbekistan'ın Buhara şehrine sınır kısmında bitirdim.Çünkü Özbekistan gezimi Buhara şehrinden başlamak istedim.Evettt ilk durak Buhara.
Burası Ark.
Ark Buhara Hanının evi veya sarayı idi.Ark'ın içerisinde Emir'in konutu, included: emir lodging, polis departmanı, elbise odası, halılar, erzak ambarı, hazine, zindan, işyerleri, cami, vs. bulunmaktadır. İlk olarak Ark'ın dayanıklı ve oldukça büyük kapısı görülür. Kapının iki yanında akçuların ve muhafızların bulunduğu iki savunma kulesi yer alır. Bunun arkasında 17.yüzyıl yapımı bir müzik odası, iki renkli kabul odası bulunur.








                                                                   




ABDULAZİZ HAN MEDRESESİ















Kalyan Camii Buhara'da ayakta kalan ender tarihi yapılardan birisidir. 15.yüzyılda yapılmıştır. Arkeolojik kazılardan anlaşıldığı kadarıyla, orijinal Karahanid Cuma Camii, Moğol istilası sırasında çıkan yangında yok olmuştur. Bir süre sonra tekrar inşa edilen caminin ömrüde kısa olmuştur. 15.yüzyılda cami tekrar inşa edilmiştir. Timur zamanında daha çok Semerkant ve Şehrişabz şehirlerine mimari konularda ağırlık verilmesine karşın, Uluğbey zamanında eski caminin yerine Buhara'da yenisi inşa edilmiştir. Boyutları Semerkant'taki Bibi-Hanım camiinden biraz daha küçüktür
                


          Kapısında bulunan bronz plakada yazıldığına gör, medrese 1417 yılında yapılmıştır. Kapının üzerinde yapan ustanın adı olarak ise İsmail ibn Tahir ibn Mahmud İsfergoni yer almaktadır. Büyük ihtimal ile kendisi, Timur'un İran seferi sırasında ele geçirdiği ve Gur-Emir'in (Semerkant) yapımında çalışmış ustalardan birisinin torunudur. Buhara medresesi Uluğbey tarafından yaptırılmış ilk medresedir. Göreceli olarak küçük olmasına karşın, mimarı olarak güzel bir yapıdır. Yapı iki karesel avlu bahçe ve çevreleyen iki katlı balkonlardan, kubbeli dershanelerin olduğu holden ve giriş holündeki mescitten oluşur.                                               

Buharada daha çok eser var hepsini yazmayacağım.Sonra Özbekistan'da TAŞKENT SEMERKANT HİVA şehirleri gezilecek bu ülkenin şöyle bir özelliği var ki Özbekistan Büyük Türk Hükümdarı Emir Timur için çok önemlidir.Hatta Timur buranın yönetimini torununa bırakmıştır yani ülkesinde ki her eyalete vali atarken buraya bizzat kendi soyundan birini atamıştır.Son olarakta Emir Timur türbesini ve heykelini paylaşayım sizinle





                                                                  
                             
BURASIDA BÜYÜK MİLLET MECLİSİ ONLARIN DEYİMİYLE ALİ MECLİS

TACİKİSTAN


Tacikistan Türk devletleri arasında edebiyat ve sanatın en geliştiği ülke şehirlerinde onlarca bale opera ve tiyatro salonları olan bir ülke Tacikistan.






Burası Somoni Anıtı
Bu anıtın şöyle bir özelliği var ki yeni evli çiftlerin nikahtan sonra bu anıtı ziyaret etmeleri bir gelenektir.
ve ülkede ki tüm bayramlarda sabah erken saatlerde bu anıtın önünde toplanılır.













Burasıda Ulusal Antika Müzesi












Burasıda Cumhurbaşkanlığı Sarayı (buraya da Türkmenistan'da ki özel rehberle gezile biliyor)








Tacikistan küçük bir ülke olduğu için gezilecek yerler genellikle müzeler.

KIRGIZİSTAN


Bu ülkede diğerleri gibi sanat müzeleri saraylar anıtlar var olmasına varda burda öyle yerlere gitmek istemiyorum burada daha çok doğayla iç içe bir seyahat hayal ettim hep.


Burası Isık Göl ben bu gölü Cengiz Aytmatov'un BEYAZ GEMİ kitabından öğrenmiştim.












ÇOLPAN ATA denen bu turizm yaylası Isık Gölün yüksek eteklerinde bulunur ve böyle heykellerle doludur.













                                                             Burasıda KARAKOL KÖYÜ
                                                                 



Buda köydeki katedral :D












Ve benim için çok önemli bir yer eski Türk inanışlarına göre ATİLLA'NIN, OĞUZ KAĞAN'IN,KÜR ŞAD'IN ve nicelerinin ruhlarının orada olduğuna inanılan TANRI DAĞLARI buraya gitmeden Kırgızistan'dan ayrılmak istemiyorum.


  KAZAKİSTAN


  Kazakistan Türk Ülkeleri içinde en milliyetçi ülkedir.Bu yüzden bende yeri başkadır.Hadi başlayalım.
                 
 

 Burası Bayterek Kulesi. Kulenin boyu 105 metre ve içinde akvaryum gözlem evi ve lokanta var. Lolipopa benzediği için Kazaklar buraya "chupa chups"derler (chupa chups lolipopun atasıdır :D)







 



KHAN SHATYRY
Dev şeffaf çadır kompleksidir. Dedim ya adamlar milliyetçi olduklarından eski kültüre ait şeyler yapıyorlar.                                                






 KAZAKİSTAN KÜLTÜR MÜZESİ









ATAMEKEN(bizde ki miniatürk gibi tüm ülkenin maketleri var)






GEZİ İÇİN ÖNEMLİ NOT:Gezi boyunca genellikle köylerde ve özellikle Kazakistan'da çadırda yaşayan halklarla kalmayı düşünüyorum gülmeyin yanlarında kalmak isteyen herkese kucak açıyorlarmış.nede olsa TÜRKLER konuk severler
HADİ HOŞÇAKALIN KENDİNİZE İYİ BAKIN

                                                                                                                 
buda çok sevdiğim KAZAKİSTAN LİDERİ NURSULTAN NAZARBAYEV